Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

AHLÂK-I İLÂHİYE

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.. Her türlü tâzîm Allâh’a mahsus ve hamd de yalnızca O’nun hakkıdır. O'na, O'nun razı olduğunca sonsuz şükür, arzın medâr-ı iftihârı Peygamber Efendimiz (s.a.s.)'e sonsuz sâlât-u selâm ile... "Gerçekten sen büyük bir ahlâk üzeresin." (Kalem, 4.)  Ahlâk; muhteviyatı itibariyle dinî, felsefî, siyasî, ailevî, içtimaî hatta hayatın her alanına vakıf geniş açılımlı ve çok yönlü bir kavramdır, ötesidir. Esasen ahlâkın en mühim vechi; İslâm'ın mihenk taşı kabul edilen "tevhid"in özüdür. İmam Mâlik b. Enes'in 'el-Muvatta' isimli eserinde ahlâk üzerine bahsedilirken kâinatın biricik incisi Râsûl-ü Zişân Efendimiz (s.a.s.)'in; "Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim" hadisi rehber olmakta, imân dolu kalplerde açılımlara ve gönüllere ferahlık veren feyzlere vesile olmaktadır. İnsan, etten, kemikten, kan ve kaslardan mütevellit olan ve fiziken atom ve moleküllerin muntazam bir nizam,

NÛRUN ÂLÂ NÛR

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... Hamd; âlemleri aşk ile halk eden, nûruyla tüm kâinatı tenvîr eden, hidâyet râhını her daim kullarına bahşeyleyen Rabbü'l Âlemîn'edir. Salât-ü selâm; nûrun ta kendisi, Eşref-i Mahlûkat, Ekmel-i Mevcûdât olan Efendiler Efendisi peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa'nın (s.a.s), O'nun kutlu âl ve ashâbının üzerine olsun. Aslolanın aslını, özün özünü bulma zevki ve derdi... Bütün mesele bu. Bu demlere yükselten nefes, hû demiyle esmeye başlamadıysa anlaşılmaz. Şefkât ve cemâl nefesi sarıp sarmalamadıysa, ateşi kasıp kavurmadıysa anlatılmaz. Bu tûfan, ne varsa her şeyi unutturacak şiddete erişmediyse; celâlden cemâle yol bulunmaz. Derdin dermanındaki inleten nefeste saklı o sır.  Ney der ki bu yüzden:  "Benim sırrım feryâdımdan uzak değildir. Lâkin her gözde onu görecek nûr, onu işitecek kudret yoktur."  Nefes sırdır; fakat madde âlemine yansıyan husûsiyeti aşikârdır. O nefes ney ve sesten ibaret sanılırsa; neyzen bilinmez.

AŞK-I HAKÎKÎ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... "Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır. Veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâp eder." Cenâb-ı Hakk, yegâne muhatabı insanın gönlüne muhabbeti yerleştirmiştir ki; esma ve sıfatları bilinsin ve Zâtı lâyıkıyla sevilebilsin. O kalp, o muhabbetle öyle bir genişliğe sahiptir ki; ezelî ve ebedî olan O Hazîne-i Rahmet'in, cemâl ve kemâlinden başka hiçbir şeyle tatmîn ve mutmaîn olamaz. Mahlukâtın, kendisiyle ve kendisi için var edildiği biricik hakÎkât; yalnız Allah'a (c.c) aşk ve muhabbet ile ibâdet etmektir. Bu, kişinin sevgisinin, bağlılığının, itââtinin, teslim oluşunun, O'na karşı acziyetinin; emir ve yasaklarına tam riâyeti gibi muhabbeti ve kulluğu gereği eda etmesinin en kemâl noktasıdır. Aşkın bu kemâl noktası da ubûdiyettir; züll, bo

KELİMETÜ'T TAKVÂ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... "Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır; orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı her şey vardır. Ve siz orada süresiz kalacaksınız." (Zuhruf, 71.) Rabbü'l Alemîn'in orada / ahirette nefislerin arzu ettiği ve gözlerin görmekten haz aldığı nimetleri hazırlamıştır ve müjdelemiştir. Ya kalbin arzu ettiği nerede? İrâde doğrultusunda kalp; tevhid, zühd, marifetullah ve muhabbetullah ile Kadîr-i Mutlâk'a yakınlıkta değilse nerede..? İşlerin, fiillerin beşer eliyle olması fikriyâtından geçmedikçe bilinmez, hevânın hevesin zindanından kurtulmadıkça bulunmaz. Dünyanın fâniliği, bir gün yok olacağı ve aldatıcılığıyla yüzleşmedikçe de işin içinden çıkılmaz. Kalp, ihlâs ile hareket ederse Allah'a yakınlaşır, yakınlaşınca bilir, bilince hayrına veya zararına olan şeyleri görür. Neyin hakikat neyin riyâ olduğunu, neyin nefs ya da şeytana, neyin Hâlık'a ait olduğunu anlar, Allah'a yakı

NİZÂM-I ÂLEM

  Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... "Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve onu inceden inceye takdir ve tayin eden Allah, yüceler yücesidir." (Furkan, 2.) İnsanlığın maslahatı İslâm şeriatı, eşi, benzeri ve ortağı olmayan Cenâb-ı Hakk'a ubûdiyeti ve bunu Rasûl-ü Kibriya Efendimiz'in (s.a.s.) risaletine dayandırarak,  "lâ ilâhe illallah Muhammedü'r Rasûlullah"  şehadetiyle âlemine oturtmak ve mühürlemektir. İnsanlığı, kula kulluk zilletinden kurtaran, ortağı bulunmayan Allah'a kulluk ile şereflendiren, esfel-i safilin acziyetinden eşref-i mahlûkât mertebesine çıkaran, cehâletin tüm karanlıklarını hakikâtin sonsuz nûruyla boğan yegâne-i çare kurtuluş sahasıdır. O sahaya girildiğinde, ölçülerine ve sınırlarına uyulduğunda, Cenâb-ı Hakk'ın emir ve nehiyleri tasdîk ve tatbîk edildiğinde, rızasına taliplikle yakınlığına sevinç, rızasına aykırılıkla uzaklığına duyulan haşyet ve korku iliklere dek hissedildiğinde; hakikî nizam tesis edilmiş d

AKÎDE-İ İSLÂM

  Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... İslâm bir bütündür;  "Lâ ilâhe illallah"  Allah'a kulluğun,  "Muhammedün Râsûlullah"  ise nasıl tatbik edilmesi gerektiğinin Râsûlullah (s.a.s.)'e dayandırılmasıdır. Bu imân ancak eşref-i mahlukât olan kâmil-i mü'minin kalbinde yer alır ve fiiliyâtına zuhur eder. İslâmın ve imânın şartları, bu akîdenin gerektirdiği tüm yükümlülükler yalnız ve ancak tek olan Allah'a ubûdiyetin gereğidir. "Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en dosdoğru din budur." (Yusuf, 40) "Kim Râsûl'e itâât ederse Allah'a itâât etmiş olur." (Nisa, 80) Tam mânâsıyla şerh edilen ubûdiyet; tevhîd hakîkâtinin beraberinde ibâdet şuurunun hayata ve yaşayışa aktarılışı, tatbîkidir. İzâhı şudur: Cenâb-ı Hakk'ın birliğine ve ulûhiyetine imân etmeyen kişi Cenâb-ı Hakk'a kulluk görevini yerine getirmemektedir. "Allah buyurdu ki: iki ilâh edinmeyin! O,

MEKÂRİM-İ AHLÂK

  Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... Sonsuz hamd, nihâyetsiz senâ; hidâyet ve ibâdet zevkini kuluna bahşeyleyen Vehhâb-ı Kerîm, Kâdir-i Kavî, Cenâb-ı zü’l-Celâl, ve’l-Cemâl, ve’l-Kemâl ve tekaddes Hazretleri Rabbü'l Âlemîn'edir. Sâlât ve selâm; pür cemâl, pür kemâl, pür rahm-ü şefkât, Rabb-i Hakîm'in ruhlarımıza tecellisi güzeller güzeli nebîyyullah, şefiyullah, şifayullah, biricik Râsûlullah Efendimiz'edir. O Sultan-ı Enbiyâ Efendimiz ki bir Hadis-i Şerif'lerinde şöyle buyurmuşlardır: “Eddebeni rabbî fe ahsene te’dibehu.” (Beni Rabbim terbiye etti, terbiyemi güzel kıldı, edebi ben Allah’tan aldım. O ne güzel terbiye ihsân eder, sevdiği kullara edeble ikrâmda bulunur.) Edep; haddini bilmek, eline, beline, diline ve dahi kendine sâhip olmak şeklinde husûsiyet arz etse de, hakîkî mânâda çok hassas bir inceliğe vâkıftır. Her şey taklit edilebilir fakat edep ve ahlâkın sahtesi yoktur, taklit edilemez. İnsanın özünde, hilkât ve fıtratındadır. İhlâsın kalpte neş&