Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Kasım, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

MAHBÛB-İ KİBRİYÂ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla, "İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu keşke bilselerdi!" (Bakara 165.) Rahmeten lil Âlemîn olan iki cihân serveri Hz. Peygamber Efendimiz (sas) de Hz. Ömer'e şöyle hitâp ediyor: "Ben sana herkesten daha sevimli olmadıkça; imân etmiş sayılmazsın!" Mâlum, aşkın bir diğer mânâsı da;  "sevgide ölçüyü aşmak, sınırın ve mesafelerini ötesine geçmek" tir. Bundandır ki, her sevgi aşk olamaz; lâkin aşk muhakkak ki ötenin ötesine geçebilmiş saf sevgidir. Âşıklar / Ârifler katında aşkla hemhâl olan kişiler, şu 4 hâl ile anlaşılır: kabz, bast, sekr ve sahv. Kabz, yani; tutukluk, durgunluk, sıkıştırılmışlık ve takallus hâli.  Bast, yani; nefsin mağlup olma durumundan hâsıl olan sevinç ve gön

İLLÂ EDEB

Eûzü billahi mine’ş-şeytani’r-racîm bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm, O, hikmeti dilediğine verir. Kendisine hikmet verilen kimseye ise, gerçekten pek büyük bir hayır verilmiştir. Bunu ancak sağduyu sahipleri düşünüp anlarlar. [Bakara, 269] Hamd, âlemleri nûruyla halk eden, hidâyet râhını dâima kullarına feth-ü küşâd eyleyen şânı sonsuzlarca yüce olan âlemlerin Rabbi; Cenâb-ı Hakk’adır. Salât ü selâm,  Hâtemü’l Enbiyâ, Rahmeten lil Âlemîn Efendimiz (sas)’e, O’nun pak âline, ashâbına ve nûrlu yolunun sadâkat ehli yoldaşlarınadır. Âlemlerin Rabbi olan Allah, bizleri kulu olarak takdir eyledi. Biz âhir zaman ümmetine, Nebîler Nebî’si Eşref-i Mahlûkat, Habîb-i Hüdâ Efendimiz (sas)’i ikrâm ve ihsan eyledi. Ve O’nun nûrlu yolunu, sırat-ı müstakimi nûruyla istikâmet eyledi. Bu istikâmete vâsıl kılmak için de; ashâb-ı kirâm başta olmak üzere, nice pîrleri, velîleri nûrdan kandillerle kullarına lûtfeyledi. O velîler ki; ömürlerini, mallarını, canlarını hatta hayâllerini dahi bu nûrlu davaya vakfeyl

MA'ŞÛK-İ HAKÎKÎ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... Sonsuz hamd, nihâyetsiz senâ; hidâyet ve ibâdet zevkini kuluna bahşeyleyen Vehhâb-ı Kerîm, Kâdir-i Kavî, Cenâb-ı zü’l-Celâl, ve’l-Cemâl, ve’l-Kemâl ve tekaddes Hazretleri Rabbü'l Âlemîn'edir. Salât ve selâm; pür cemâl, pür kemâl, pür rahm-ü şefkât, Rabb-i Hakîm'in ruhlarımıza tecellisi güzeller güzeli nebîyyullah, şefiyullah, şifâyullah, biricik Râsûlullah Efendimiz'edir. İmân aynasının iki yüzü vardır; buğd-i fillâh, hubb-i fillâh. Bu şu demektir: mümin yalnızca Rabbi olan Allah için buğzetmeli ve yalnızca Allah için sevmelidir. Aynı zamanda bu ispat, âşık olanın mâşuğuna hâl diliyle göstermesi gereken iki haslettir. Bunlar; tevellâ ve teberrâ.  'Tevellâ' yani hatalardan, günahlardan, günaha götürenlerden, hüsn-ü zan beslenmesi gerekenlere sû-i zan besleyenlerden yüz çevirmek; 'teberrâ' yani doğruluğun ve güzelliğin safhında yer almak, hatta bunun için her şeyini fedâ edebilmek hüneridir. Tüm bu vasıflarla bez

TAKVÂ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla, Hamd; mutlak galibiyetin yegâne sahibi olan, nûruyla semâları, arzı ve tüm âlemleri yaratan, hidâyet râhını her dem kullarının ebedî kurtuluşuna vesile eyleyen, azâmet ve kibriyâsında tek olan, rahmet ve merhametinden ümit kesilmeyen; âlemlerin Rabbi Cenâb-ı Hakk'adır. Lâyık olduğu vecihle, zâtının nihayetsiz keremi ve celâlinin sonsuz izzetine yakışır bir şekilde O'na hamd olsun. Sonsuz salât-ü selâm; Rahmeten lil Âlemîn, Sevgililer Sevgilisi, Resûl-ü Kibriyâ, Hatem-ül Enbiyâ, Eşref-i Mahlûkat, Ekmel-i Mevcûdât, Habîb-i Hüdâ, Nebîler Nebîsi Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a.s.) ve O'nun nûrlu âlinin, ashâbının ve yolunun izini süren dava erlerinin üzerine olsun. Kalb; nazargâhı ilâhidir. Cenâb-ı Hakk'ın nazar ettiği yer olan kalb, imânın aynasıdır. Kalb olmaksızın vücûd hiçbir kıymet teşkil etmez. Allah tekaddes hazretleri, bilinmekliği murâd ettiği için, zâtına muhatap kılınması için Âdem'i yarattı. Bu kavrayış ve oluş an

TARÎK-İ MÜSTAKÎM

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... Hamd; âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Hakk'a, sonsuz salât ve selâm; aşkıyla kâinatın yaratıldığı Efendimiz'e, O'nun aziz âl ve ashâbına, nûrlu yolunun kutlu yoldaşlarınadır. Beşeriyetin, insanlığın kurtuluş vesilesi, Allah-u Zül-Celâl'in razı olduğu ezelî ve ebedî dini İslâm'dır. Yani beşeriyet, insanlık, dünyada saadet, ebediyette kurtuluş, cennet ve cemâl istiyorsa; İslâm'ı zerrelerine kadar yaşamalı, İslâm'ın din olarak tüm emirlerine riayet ederek nehiylerinden sakınmalıdır. Yaşanan tüm hadîseler, alenî olarak bu hakîkâti yüzyıllar, asırlar boyu göstermiş ve dahi ispatlamıştır. Nitekim İslâm'dan kopuşun, ayrılışın neticeleri de bugünkü dünyamızda gayet açık hadîselerle yaşanmaktadır. Birtakım biçareler, korkunç çalkantılar içerisinde perişan ve çaresiz halde bocaladıkları halde hâlâ İslâm'a dönüş çarelerini aramamakta, gaflet ve zavallılıklarında, sonu olmayan gidişatlarında ısrar etmektedirler. Oysa tek

UBÛDİYET-İ KÜLLİYE

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... Cenâb-ı Hakk'a sonsuz hamd-ü senâ, Râsûl-ü Kibriya Efendimiz'e sonsuz salât ve selâm olsun. İstikâmet; sırât-ı müstakîmdir. Bu yola yalnızca Allah için çıkılır. Farklı bir ivaz garaz, menfaat maslahat güdülmez. Bunlardan herhangi biri olsa; "O" vuslat olmaz. Aşık ile maşuk arasında yabancı istemez.  Allah tekaddes hazretlerine ancak Allah ile erişilir. Halk sevgisi, Hakk sevgisine üstün, mâsiva hakîkâte baskın olduğu müddetçe yakınlık yani kurbiyete ulaşılmaz. Maddeden mânâya, cesetten ruha geçilmez.  Bir yanda isteyen, bir yanda istenen olmaz; bu yüzden aradaki kendinden de geçmedikçe de bunların hiçbiri anlaşılmaz. Sende var olan cüz'î irâde bunun için. Cenâb-ı Hakk'tan yardım dileyerek ve O'nun inâyeti ile nefsini tezkiye etmen, arındırman, kalbine yerleşen putları çıkarman için. Allah'ın dışındaki her şeyi tahkîk ettiğinde ancak kavrayabilirsin; bütünü de, zerresi de hiçtir O'nsuz.  Fânilerden fâni ol

AHLÂK-I İRÂDE

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... Nihâyetsiz hamd; âlemleri aşk ile var eden, nûruyla cümle kâinâtı tenvîr eden, hidâyet râhını daima kullarına feth-ü küşâd eyleyen âlemlerin Rabbi Cenâb-ı Hakk'adır. Sonsuz salât-ü selâm; Rahmeten lil Âlemîn, kâinâtın biricik Efendisi, Habîb-i Kibriyâ, Sultân-ı Enbiyâ, Eşref-i Mahlûkât, Ekmel-i Mevcûdât Efendimiz ve O'nun kutlu âline, ashâbına ve nûrlu yolunun takipçilerinin üzerinedir. İnsan; en güzel, en donanımlı, en üstün, tam fevkînde yaratılmış bir varlıktır. Haysiyetli, şerefli, mümtaz, medenî ve nazenin bir varlık statüsünde yaratıldığından, insaniyete lâyık bir şerefle, tam olması gerektiği şekilde de yaşamak ister. Ne var ki, insan yaratılışı gereği âciz ve zayıftır. İhtiyaçları, kâinatın her tarafına dağılmış olan insanın başına buyruk şekilde hayatın akışına uyum sağlaması ise imkânsızdır. İnsanı, esfel-i safîlin çukurundan, eşref-i mahlûkât enginlerine çıkaracak sır tam da buradadır. Acz ve zaafı insanı, Kadir-i Mutlâk