Ana içeriğe atla

MAHBÛB-İ KİBRİYÂ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla,

"İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır.
Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu keşke bilselerdi!"
(Bakara 165.)

Rahmeten lil Âlemîn olan iki cihân serveri Hz. Peygamber Efendimiz (sas) de Hz. Ömer'e şöyle hitâp ediyor: "Ben sana herkesten daha sevimli olmadıkça; imân etmiş sayılmazsın!"


Mâlum, aşkın bir diğer mânâsı da; "sevgide ölçüyü aşmak, sınırın ve mesafelerini ötesine geçmek"tir. Bundandır ki, her sevgi aşk olamaz; lâkin aşk muhakkak ki ötenin ötesine geçebilmiş saf sevgidir.

Âşıklar / Ârifler katında aşkla hemhâl olan kişiler, şu 4 hâl ile anlaşılır: kabz, bast, sekr ve sahv.

Kabz, yani; tutukluk, durgunluk, sıkıştırılmışlık ve takallus hâli. 

Bast, yani; nefsin mağlup olma durumundan hâsıl olan sevinç ve gönlün hoş olma hâli.


Sekr, yani; kendinden geçme, sarhoşluk, sevgiliden başka her şeyden sıyrılıp; yalnızca sevgiliyle olma, sevgilide kendini kaybetme hâli.

Sahv, yani; ayılma, kendinden geçen aşığın yeniden kendine gelme hâli.

Bu yüzden; "Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim ve bu yüzden âlemi yarattım” hitâbı, hakîkî aşıkları muhatap almaktadır. 

Çünkü “bilinmek”ten maksat; mârifet, “istemek”ten maksat da; muhabbet yani aşk'tır.

Cenâb-ı Hakk'ın nûrunun tecelli etmesinden âlem yaratılmıştır.
Bu ilk tecelli de; “Hakîkat-i Muhammediyye”dir.

Nitekim, âlemin var edilme sebebi; Hz. Peygamber Habîb-i Hüdâ'nın hakîkâti; yani Rabbü'l Âlemîn'in O'na olan ezelî aşkıdır. O ki (sas), bu aşka olan muhataplığından ötürü; “Habîbullah”tır, “Mahbûb-i Kibriyâ”dır.

Demek ki temkinle bütünleşmek, aşıkların nûruyla, nefsin tutku zincirlerini kırmakla, sırr- vahdette tutunmakla mümkündür.

Aşk; Lâ ilâhe illallah ile Muhammedu'r Râsûlullah'ın vuslatı, bütünleşmesidir.

Vuslat ise; kavuşmaktır. "O'ndan geldik; dönüşümüz de ancak O'na" beyânıdır.

Ve O'na dönebilmek için; O'ndan geldiğimiz hâl üzere daimî istikâmette kalabilmektir.

Yani nefsini, Allah'a tasadduk ederek; benliğini Hakk'a verebilmektir.

Ibn Arabî'nin de özetlediği gibi: "Sadakaların en büyüğü; insanın bizatihî kendisini tasadduk etmesidir."

İnsanın kendisini tasadduk etmesi de elbette aşk iledir.
İnsan irâde sahibidir, lâkin aşk insanı seçer. Çünkü her şeyi elinde tutan kudret, insanın gönlüne nazar eder.

Bir insanın gönlünde hakîkât iştiyâki varsa; lahutî perdelerden aşkın sırlarına da nasibi vardır.

Ancak Hakk'a mahrem olanlar; sırra mahrem olurlar... 

O aşk ki; mahremiyet bir yana, rûh-i insanîden, rûh-i sultanîden bahseder.

"Didâr göstermeye sultan gerektir" diyor bu yüzden; aşk eri Yunus... 

O halde eşref-i mahlûkât'a tâlip insan da, ruhun gıdasını fark edebilmeli ki, ihsâna yani imânın şehâdete yücelttiği makâma erişebilsin. 

Bunun için kendinden geçebilsin ki insan; kudretle konuşan, hidâyet nûrunu lûtfeden, ihânet etmeyecek hakîkî aşıklara, daha hiçbir şey hem de hiçbir şey yokken nûrunu bahşedene muhatap kılınabilsin...

Tıpkı meleklerin, cevelân ve devrân ettikleri sahada, halifetullah yaratılmasında mahcubiyet, sadakât ve teslimiyetle Allah'a; "Ya Rabbi, seni tenzih ve tesbih ederiz. Senin öğrettiğinden başka bir şey bilmeyiz" diyerek huzurda kalmanın sırrına erişebildikleri gibi...

Öyleyse ey insan, gel sen de, "Ben biliyorum" putunu kır, bu kuru iddiadan vazgeç, sonsuz kudret ve nûra boyun eğ de; "Ben hakkıyla bilemedim" itirafıyla melekleri imrendiren aşkla nice makâmlara yüksel.

Bil ki o zaman meleklere aşikâr kılınan, sana da aşikâr..

İşte o zaman rûhundan haberdar, sırrından haberdârsın..

İşte o zaman Rabbinin murâd va maksûduna nâilsin..

İşte o zaman taatinle, amelinle, idrâkinle, niyetinle, dünyanın bütün korkularını ezip geçen cesaretinle; ahsen-i takvim sırrına mazharsın..

Kerremna tâcını giyen Âdem'e yoldaş ve âşina olduğunda; ötesine vârissin..

Ve işte o zaman hilkâtinin mebdeini ve hikmetini; aşikârâne seyredensin..

Gel sen de; enâniyet bataklığından kurtar kendini; "ben yokum, sen varsın!" kanatlarıyla o nûra râm ol.

Lâ ilâhe illallah hakîkâtiyle çiğnediğin vücûduna, Muhammedu'r Râsulullah ile rûhanî bir elbise giydir ki, beşerin efendisinin libâsından şahsı manevî nûruna gark ol!

Böylelikle kendi nârını, nûr-u ilâhîyeye ver ki; sırr-ı ilâhîyeyi anla.

Anla ki, kabuktan mânâya dönüşün; seni hakîkâtin sırrına âgâh eylesin...

Gerisi; vesaire.

Vesselâm...








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GÜNEŞ GİBİ AÇIK

  Hamd; âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Hakk'a, sonsuz salât ve selâm; aşkıyla kâinatın yaratıldığı Efendimiz'e, O'nun aziz âl ve ashâbına, nûrlu yolunun kutlu yoldaşlarınadır.    Kur’ân- ı Kerîm, insanoğlunu dünya ve ahiret saadetine erdirmek üzere kendisine gönderilen en büyük mürşittir.   “Elif. Lam. Mim. Hiç şüphe yok ki bu kitap, Allah’a karşı gelmekten sakınan ve O’na karşı saygılı davranmak arzusunda olanlar için bir hidâyet, bir mürşittir.” (Bakara Suresi, 1-2.)   Bilindiği üzere, bir sözün kıymeti, onun kimden geldiğine, kime söylendiğine ve hangi makamda söylendiğine bağlı olarak değişir.    Kur’ân-ı Kerîm, sonsuz ilim ve kudret sahibi, zâtıyla, sıfatıyla, fiiliyle Evvel, Âhir, Zahir, Bâtın olan Cenâb-ı zü’l Celâl, ve’l Cemâl, ve’l Kemâl Hazretleri’nden gelen kelâm-ı şerîftir. Muhatabı olanlar ise, bizzat O’nun yarattığı şuurlu varlıklardır. (Eşref-i mahlukâttır.)    Yüce Yaratıcının, kendi yarattıklarıyla hangi makamda ve nasıl konuşacağını, onların hangi dilden

SONSUZ SAFSATA: EVRİM

Evrim hurafesi/safsatası; sahte bir bilim ve modernizm görüntüsü altında, şeytanlar ve nefs-i emmareler tarafından insanlığa yutturulmak istenen sonsuz bir ahmaklıktan, cehâletten, sonsuz bir alçaklık, ihânet ve zilletten başka bir şey değildir. Gerçek mânâda insan aklının bu hurafeleri analiz ederek ispatlı bir şekilde kabullenmesi sonsuzun ötesi imkansızdır. Allah’ın varlığının, birliğinin, Kur’ân’ın bizzat Allah’ın kelâmı olduğunun ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Allah’ın Râsûl’ü olduğunun delilleri ve ispatları sonsuzdur. İnkârın ise hiçbir delili yoktur. Ve bu sonsuz kere sonsuz kesindir. Evrim; maddi veya manevî/ruhânî bir varlığı asla olmayan bir şeye hem fizikî veya ruhânî bir varlık verip hem de ona Allah’lık vermektir. O zaman ya her atom ilâh diye kabul edilir ya da hiçbir maddi veya ruhânî bir varlığı olmayan “zaman”, ilâhi bir varlık olarak ilân edilmiş olur. Ve bu ilâhın adına da “evrim” denilmiş olur. Yani her atomu zorunlu olarak “Allah” olarak kabul etmeye mahk

UBÛDİYET-İ KÜLLİYE

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... Cenâb-ı Hakk'a sonsuz hamd-ü senâ, Râsûl-ü Kibriya Efendimiz'e sonsuz salât ve selâm olsun. İstikâmet; sırât-ı müstakîmdir. Bu yola yalnızca Allah için çıkılır. Farklı bir ivaz garaz, menfaat maslahat güdülmez. Bunlardan herhangi biri olsa; "O" vuslat olmaz. Aşık ile maşuk arasında yabancı istemez.  Allah tekaddes hazretlerine ancak Allah ile erişilir. Halk sevgisi, Hakk sevgisine üstün, mâsiva hakîkâte baskın olduğu müddetçe yakınlık yani kurbiyete ulaşılmaz. Maddeden mânâya, cesetten ruha geçilmez.  Bir yanda isteyen, bir yanda istenen olmaz; bu yüzden aradaki kendinden de geçmedikçe de bunların hiçbiri anlaşılmaz. Sende var olan cüz'î irâde bunun için. Cenâb-ı Hakk'tan yardım dileyerek ve O'nun inâyeti ile nefsini tezkiye etmen, arındırman, kalbine yerleşen putları çıkarman için. Allah'ın dışındaki her şeyi tahkîk ettiğinde ancak kavrayabilirsin; bütünü de, zerresi de hiçtir O'nsuz.  Fânilerden fâni ol