Ana içeriğe atla

TARÎK-İ MÜSTAKÎM

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla...


Hamd; âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Hakk'a, sonsuz salât ve selâm; aşkıyla kâinatın yaratıldığı Efendimiz'e, O'nun aziz âl ve ashâbına, nûrlu yolunun kutlu yoldaşlarınadır.

Beşeriyetin, insanlığın kurtuluş vesilesi, Allah-u Zül-Celâl'in razı olduğu ezelî ve ebedî dini İslâm'dır.

Yani beşeriyet, insanlık, dünyada saadet, ebediyette kurtuluş, cennet ve cemâl istiyorsa; İslâm'ı zerrelerine kadar yaşamalı, İslâm'ın din olarak tüm emirlerine riayet ederek nehiylerinden sakınmalıdır.

Yaşanan tüm hadîseler, alenî olarak bu hakîkâti yüzyıllar, asırlar boyu göstermiş ve dahi ispatlamıştır. Nitekim İslâm'dan kopuşun, ayrılışın neticeleri de bugünkü dünyamızda gayet açık hadîselerle yaşanmaktadır.

Birtakım biçareler, korkunç çalkantılar içerisinde perişan ve çaresiz halde bocaladıkları halde hâlâ İslâm'a dönüş çarelerini aramamakta, gaflet ve zavallılıklarında, sonu olmayan gidişatlarında ısrar etmektedirler.

Oysa tek kurtuluş çaresi; bütün müesseseleriyle İslâm'a dönüş ve hakîkâte teslim oluştur. Bunu âlemlerin Rabbi olan Allah böyle istemiş, yarattığı kullarının saadetini, vadettiği dinî nizâma bağlı kılmıştır.

Mülkün sahibi, Kur'ân-ı Kerîm'inin Maide Sûresi'nde: "Sizin için dininizi kemâle erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim" saadetinizi o nûrlu yolda mümkün kıldım buyuruyor.

Çünkü ebedî din olan İslâm; kavî, sarsılmayacak temellere dayanır.

1400 küsür senedir İslâm şahlanmıştır; ancak Yüce Rabbimiz imtihan ediyor, son 1 asırdır âlemi İslâm'da bir bocalama, bir sarsıntı, bir dağılma, dış görünüşünda bir perişanlık mevzubahistir.

Mevlâ Teâlâ'nın, Âl-i İmrân Sûresi'nde izâh ettiğince: "Biz zafer ve yenilgileri insanlar arasında döndürür dururuz ki; Allah imân edenleri ortaya çıkarsın ve içinizden şahitler oluştursun. Zira Allah, davasına ihânet edenleri sevmez."

Bunun gayesi; kimin tarîk-i müstakîmde, İslâm'ın fildişi caddesinde, Kur'ân'ın nûr çeşmesinde, Hz. Muhammed Mustafa'nın (sas) ilâhi ve Rabbânî envâr ve Hakk'a giden çizgisinde dosdoğru sabit kalacağı, kimin de yol değiştirip, zaman seli içerisinde, çer çöp halinde bir boşluğa doğru kayıp, akıp gideceğini gö(ste)rmek adına imtihana tabî tutmaktır.

Hakîkât çizgisinin biricik nûru, öyle bir nûr ki; ay, güneş ve yıldızlar O var diye ışığa kavuşmuştur.

Kâinâtta nûr ve ışık nâmına ezelden ebede her ne var ise; ağızların tadı, gönüllerin aşkı Râsûl-ü Zişân Efendimiz (sas) hatrına ve şerefinedir. Yüce Rabbimiz, O eşsiz nûrunu Tevbe Sûresi'nde öyle tanıtıyor insanlığa: "Andolsun, size içinizden öyle bir peygamber geldi ki; gayet izzetli ve şereflidir." 

Cenâb-ı Hakk, Hz. İnsan olan beşeriyete bu sayede muazzam bir izzet ve şeref veriyor... 

Yani peygamberiniz semâdan inmiş bir melek değil; sizden, içinizden biri; kadrinizi bilirseniz buyuruyor. 

"Varlığın biricik gözbebeği, kâinâtın eşsiz ruhu, 124 bin enbiyânın imâmı ve peygamberi, arşın, kürsinin, levhin, kalemin, cennetlerin ve gönül nimetlerinin kendi nûrundan yaratıldığı Muhammed Mustafa'yı içinizden gönderdim ve sizi O'na ümmet kıldım" buyuruyor... 

Öyleyse Sahib-i Kur'ân, Sahib-i Şeriât Allah tekaddes hazretlerinin en yüce dostu, nefsi ve kalbi kabza-i kudrette, daimi inâyet ve İsmet-i İlâhiye'de olan Rasûlullah, Nebiyullah, Habîbullah'a ümmet olabilmek; ne tarifsiz bir nasip, ne büyük bir nimet, ne ihtişamlı bir şereftir; elhamdülillâhi teâlâ... 

O ki, kendisi masum olduğu halde, her daim bu duayı ümmetine tâlim için okumuştur: "Ya Rabbi, nefsimin şerrinden sana sığınırım." 

Yine niyâz ederdi ki: "Allahım! Beni göz açıp kapayıncaya kadar, hatta ondan daha az bir zaman bile nefsimle baş başa bırakma."

Günümüze döndüğümüzde, hakîkâte muhalefet eden süprüntü haline gelmiş, iki ayak üzerinde yürüyen bütün sefil mahlûklar; nefsine tâbi olmuş kölelerdir. 

İbâdet ve tââtten zevk almayan, din ve şeriât düşmanı bu yüzüstü sürünen esfel-i safîlinler; nefsinin izini sürenlerdir. 

Onun içindir ki, dâr-ul imtihân olan bu âlemde, nefsin şerrinden; ihlâs ile Allah'a sığınacağız.

Kur'ân-ı Kerim'in Yusuf Sûresi'nde Hz. Yusuf (a.s.) öyle diyor: "Ben nefsimi temize çıkarmam; çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz ki Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir."

Soruyorlar; niçin bu nefis bizim içimizde o zaman? 

Şüphesiz ki imtihan için. 

Melekler nûrdan yaratılmıştır; fakat beşerin hayırlıları meleklerin hayırlılarından daha hayırlıdır. 

Çünkü meleklerde nefs mücadelesi, terakki yoktur. Beşer, Cenâb-ı Hakk'ın verdiği mühlete dek devamlı mücadele ve cihad ile mükelleftir. 

Hadis-i Şerif’te, Râsulullah aleyhissalatü vesselam Efendimiz: "Hakîki mücahid nefsine karşı cihad açan kimsedir" buyurmuşlardır. 

Gerçek mânâda nefsini tanıyan ve onun arzularına muhalefet eden kişi, nefsini ve zaaflarını tanımış olur. Nefsini tanımaktan gâfil olan, devasa bir tehlikeye karşı savunmasızdır. Nefsini tanımayan kişi, ona nasıl muhalefet edebilir ki? 

Velhâsıl, nefs-i emmare, işlediği kötü fiillerden asla utanıp, pişmanlık duymadığı gibi, hiçbir zaman azap da duymaz ve kendinden, enâniyetinden başka ilâh tanımaz. 

Ki nefsin ilacı tevhîddir. 

Kişi, "Allah'tan başka ilah yoktur, ibadet etmeye lâyık yegane hakîkât O'dur" tasdîği ve takdîrinde bulunmadığı müddetçe; nefs-i emmaresinden bir çıkış yolu bulamaz, helâk olup gider.

Yüce Rabbimizin Âl-i Imrân Sûresi'nde buyurduğu üzere: "Her kim Allah'a dayanırsa; kesinlikle doğru yola iletilmiştir."

Sonsuz hamd; ancak O'na mahsustur.

Vesselâm...






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

GÜNEŞ GİBİ AÇIK

  Hamd; âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Hakk'a, sonsuz salât ve selâm; aşkıyla kâinatın yaratıldığı Efendimiz'e, O'nun aziz âl ve ashâbına, nûrlu yolunun kutlu yoldaşlarınadır.    Kur’ân- ı Kerîm, insanoğlunu dünya ve ahiret saadetine erdirmek üzere kendisine gönderilen en büyük mürşittir.   “Elif. Lam. Mim. Hiç şüphe yok ki bu kitap, Allah’a karşı gelmekten sakınan ve O’na karşı saygılı davranmak arzusunda olanlar için bir hidâyet, bir mürşittir.” (Bakara Suresi, 1-2.)   Bilindiği üzere, bir sözün kıymeti, onun kimden geldiğine, kime söylendiğine ve hangi makamda söylendiğine bağlı olarak değişir.    Kur’ân-ı Kerîm, sonsuz ilim ve kudret sahibi, zâtıyla, sıfatıyla, fiiliyle Evvel, Âhir, Zahir, Bâtın olan Cenâb-ı zü’l Celâl, ve’l Cemâl, ve’l Kemâl Hazretleri’nden gelen kelâm-ı şerîftir. Muhatabı olanlar ise, bizzat O’nun yarattığı şuurlu varlıklardır. (Eşref-i mahlukâttır.)    Yüce Yaratıcının, kendi yarattıklarıyla hangi makamda ve nasıl konuşacağını, onların hangi dilden

SONSUZ SAFSATA: EVRİM

Evrim hurafesi/safsatası; sahte bir bilim ve modernizm görüntüsü altında, şeytanlar ve nefs-i emmareler tarafından insanlığa yutturulmak istenen sonsuz bir ahmaklıktan, cehâletten, sonsuz bir alçaklık, ihânet ve zilletten başka bir şey değildir. Gerçek mânâda insan aklının bu hurafeleri analiz ederek ispatlı bir şekilde kabullenmesi sonsuzun ötesi imkansızdır. Allah’ın varlığının, birliğinin, Kur’ân’ın bizzat Allah’ın kelâmı olduğunun ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Allah’ın Râsûl’ü olduğunun delilleri ve ispatları sonsuzdur. İnkârın ise hiçbir delili yoktur. Ve bu sonsuz kere sonsuz kesindir. Evrim; maddi veya manevî/ruhânî bir varlığı asla olmayan bir şeye hem fizikî veya ruhânî bir varlık verip hem de ona Allah’lık vermektir. O zaman ya her atom ilâh diye kabul edilir ya da hiçbir maddi veya ruhânî bir varlığı olmayan “zaman”, ilâhi bir varlık olarak ilân edilmiş olur. Ve bu ilâhın adına da “evrim” denilmiş olur. Yani her atomu zorunlu olarak “Allah” olarak kabul etmeye mahk

UBÛDİYET-İ KÜLLİYE

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... Cenâb-ı Hakk'a sonsuz hamd-ü senâ, Râsûl-ü Kibriya Efendimiz'e sonsuz salât ve selâm olsun. İstikâmet; sırât-ı müstakîmdir. Bu yola yalnızca Allah için çıkılır. Farklı bir ivaz garaz, menfaat maslahat güdülmez. Bunlardan herhangi biri olsa; "O" vuslat olmaz. Aşık ile maşuk arasında yabancı istemez.  Allah tekaddes hazretlerine ancak Allah ile erişilir. Halk sevgisi, Hakk sevgisine üstün, mâsiva hakîkâte baskın olduğu müddetçe yakınlık yani kurbiyete ulaşılmaz. Maddeden mânâya, cesetten ruha geçilmez.  Bir yanda isteyen, bir yanda istenen olmaz; bu yüzden aradaki kendinden de geçmedikçe de bunların hiçbiri anlaşılmaz. Sende var olan cüz'î irâde bunun için. Cenâb-ı Hakk'tan yardım dileyerek ve O'nun inâyeti ile nefsini tezkiye etmen, arındırman, kalbine yerleşen putları çıkarman için. Allah'ın dışındaki her şeyi tahkîk ettiğinde ancak kavrayabilirsin; bütünü de, zerresi de hiçtir O'nsuz.  Fânilerden fâni ol