Ana içeriğe atla

Kayıtlar

GÜNEŞ GİBİ AÇIK

  Hamd; âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Hakk'a, sonsuz salât ve selâm; aşkıyla kâinatın yaratıldığı Efendimiz'e, O'nun aziz âl ve ashâbına, nûrlu yolunun kutlu yoldaşlarınadır.    Kur’ân- ı Kerîm, insanoğlunu dünya ve ahiret saadetine erdirmek üzere kendisine gönderilen en büyük mürşittir.   “Elif. Lam. Mim. Hiç şüphe yok ki bu kitap, Allah’a karşı gelmekten sakınan ve O’na karşı saygılı davranmak arzusunda olanlar için bir hidâyet, bir mürşittir.” (Bakara Suresi, 1-2.)   Bilindiği üzere, bir sözün kıymeti, onun kimden geldiğine, kime söylendiğine ve hangi makamda söylendiğine bağlı olarak değişir.    Kur’ân-ı Kerîm, sonsuz ilim ve kudret sahibi, zâtıyla, sıfatıyla, fiiliyle Evvel, Âhir, Zahir, Bâtın olan Cenâb-ı zü’l Celâl, ve’l Cemâl, ve’l Kemâl Hazretleri’nden gelen kelâm-ı şerîftir. Muhatabı olanlar ise, bizzat O’nun yarattığı şuurlu varlıklardır. (Eşref-i mahlukâttır.)    Yüce Yaratıcının, kendi yarattıklarıyla hangi makamda ve nasıl konuşacağını, onların hangi dilden
En son yayınlar

SONSUZ SAFSATA: EVRİM

Evrim hurafesi/safsatası; sahte bir bilim ve modernizm görüntüsü altında, şeytanlar ve nefs-i emmareler tarafından insanlığa yutturulmak istenen sonsuz bir ahmaklıktan, cehâletten, sonsuz bir alçaklık, ihânet ve zilletten başka bir şey değildir. Gerçek mânâda insan aklının bu hurafeleri analiz ederek ispatlı bir şekilde kabullenmesi sonsuzun ötesi imkansızdır. Allah’ın varlığının, birliğinin, Kur’ân’ın bizzat Allah’ın kelâmı olduğunun ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Allah’ın Râsûl’ü olduğunun delilleri ve ispatları sonsuzdur. İnkârın ise hiçbir delili yoktur. Ve bu sonsuz kere sonsuz kesindir. Evrim; maddi veya manevî/ruhânî bir varlığı asla olmayan bir şeye hem fizikî veya ruhânî bir varlık verip hem de ona Allah’lık vermektir. O zaman ya her atom ilâh diye kabul edilir ya da hiçbir maddi veya ruhânî bir varlığı olmayan “zaman”, ilâhi bir varlık olarak ilân edilmiş olur. Ve bu ilâhın adına da “evrim” denilmiş olur. Yani her atomu zorunlu olarak “Allah” olarak kabul etmeye mahk

MAHBÛB-İ KİBRİYÂ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla, "İnsanlar arasında Allah’ı bırakıp da O’na ortak koşanlar vardır. Onları, Allah’ı severcesine severler. Mü’minlerin Allah’a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir. Zulmedenler azaba uğrayacakları zaman bütün kuvvetin Allah’ın olduğunu ve Allah’ın azabının pek şiddetli olduğunu keşke bilselerdi!" (Bakara 165.) Rahmeten lil Âlemîn olan iki cihân serveri Hz. Peygamber Efendimiz (sas) de Hz. Ömer'e şöyle hitâp ediyor: "Ben sana herkesten daha sevimli olmadıkça; imân etmiş sayılmazsın!" Mâlum, aşkın bir diğer mânâsı da;  "sevgide ölçüyü aşmak, sınırın ve mesafelerini ötesine geçmek" tir. Bundandır ki, her sevgi aşk olamaz; lâkin aşk muhakkak ki ötenin ötesine geçebilmiş saf sevgidir. Âşıklar / Ârifler katında aşkla hemhâl olan kişiler, şu 4 hâl ile anlaşılır: kabz, bast, sekr ve sahv. Kabz, yani; tutukluk, durgunluk, sıkıştırılmışlık ve takallus hâli.  Bast, yani; nefsin mağlup olma durumundan hâsıl olan sevinç ve gön

İLLÂ EDEB

Eûzü billahi mine’ş-şeytani’r-racîm bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm, O, hikmeti dilediğine verir. Kendisine hikmet verilen kimseye ise, gerçekten pek büyük bir hayır verilmiştir. Bunu ancak sağduyu sahipleri düşünüp anlarlar. [Bakara, 269] Hamd, âlemleri nûruyla halk eden, hidâyet râhını dâima kullarına feth-ü küşâd eyleyen şânı sonsuzlarca yüce olan âlemlerin Rabbi; Cenâb-ı Hakk’adır. Salât ü selâm,  Hâtemü’l Enbiyâ, Rahmeten lil Âlemîn Efendimiz (sas)’e, O’nun pak âline, ashâbına ve nûrlu yolunun sadâkat ehli yoldaşlarınadır. Âlemlerin Rabbi olan Allah, bizleri kulu olarak takdir eyledi. Biz âhir zaman ümmetine, Nebîler Nebî’si Eşref-i Mahlûkat, Habîb-i Hüdâ Efendimiz (sas)’i ikrâm ve ihsan eyledi. Ve O’nun nûrlu yolunu, sırat-ı müstakimi nûruyla istikâmet eyledi. Bu istikâmete vâsıl kılmak için de; ashâb-ı kirâm başta olmak üzere, nice pîrleri, velîleri nûrdan kandillerle kullarına lûtfeyledi. O velîler ki; ömürlerini, mallarını, canlarını hatta hayâllerini dahi bu nûrlu davaya vakfeyl

MA'ŞÛK-İ HAKÎKÎ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... Sonsuz hamd, nihâyetsiz senâ; hidâyet ve ibâdet zevkini kuluna bahşeyleyen Vehhâb-ı Kerîm, Kâdir-i Kavî, Cenâb-ı zü’l-Celâl, ve’l-Cemâl, ve’l-Kemâl ve tekaddes Hazretleri Rabbü'l Âlemîn'edir. Salât ve selâm; pür cemâl, pür kemâl, pür rahm-ü şefkât, Rabb-i Hakîm'in ruhlarımıza tecellisi güzeller güzeli nebîyyullah, şefiyullah, şifâyullah, biricik Râsûlullah Efendimiz'edir. İmân aynasının iki yüzü vardır; buğd-i fillâh, hubb-i fillâh. Bu şu demektir: mümin yalnızca Rabbi olan Allah için buğzetmeli ve yalnızca Allah için sevmelidir. Aynı zamanda bu ispat, âşık olanın mâşuğuna hâl diliyle göstermesi gereken iki haslettir. Bunlar; tevellâ ve teberrâ.  'Tevellâ' yani hatalardan, günahlardan, günaha götürenlerden, hüsn-ü zan beslenmesi gerekenlere sû-i zan besleyenlerden yüz çevirmek; 'teberrâ' yani doğruluğun ve güzelliğin safhında yer almak, hatta bunun için her şeyini fedâ edebilmek hüneridir. Tüm bu vasıflarla bez

TAKVÂ

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla, Hamd; mutlak galibiyetin yegâne sahibi olan, nûruyla semâları, arzı ve tüm âlemleri yaratan, hidâyet râhını her dem kullarının ebedî kurtuluşuna vesile eyleyen, azâmet ve kibriyâsında tek olan, rahmet ve merhametinden ümit kesilmeyen; âlemlerin Rabbi Cenâb-ı Hakk'adır. Lâyık olduğu vecihle, zâtının nihayetsiz keremi ve celâlinin sonsuz izzetine yakışır bir şekilde O'na hamd olsun. Sonsuz salât-ü selâm; Rahmeten lil Âlemîn, Sevgililer Sevgilisi, Resûl-ü Kibriyâ, Hatem-ül Enbiyâ, Eşref-i Mahlûkat, Ekmel-i Mevcûdât, Habîb-i Hüdâ, Nebîler Nebîsi Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a.s.) ve O'nun nûrlu âlinin, ashâbının ve yolunun izini süren dava erlerinin üzerine olsun. Kalb; nazargâhı ilâhidir. Cenâb-ı Hakk'ın nazar ettiği yer olan kalb, imânın aynasıdır. Kalb olmaksızın vücûd hiçbir kıymet teşkil etmez. Allah tekaddes hazretleri, bilinmekliği murâd ettiği için, zâtına muhatap kılınması için Âdem'i yarattı. Bu kavrayış ve oluş an

TARÎK-İ MÜSTAKÎM

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla... Hamd; âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Hakk'a, sonsuz salât ve selâm; aşkıyla kâinatın yaratıldığı Efendimiz'e, O'nun aziz âl ve ashâbına, nûrlu yolunun kutlu yoldaşlarınadır. Beşeriyetin, insanlığın kurtuluş vesilesi, Allah-u Zül-Celâl'in razı olduğu ezelî ve ebedî dini İslâm'dır. Yani beşeriyet, insanlık, dünyada saadet, ebediyette kurtuluş, cennet ve cemâl istiyorsa; İslâm'ı zerrelerine kadar yaşamalı, İslâm'ın din olarak tüm emirlerine riayet ederek nehiylerinden sakınmalıdır. Yaşanan tüm hadîseler, alenî olarak bu hakîkâti yüzyıllar, asırlar boyu göstermiş ve dahi ispatlamıştır. Nitekim İslâm'dan kopuşun, ayrılışın neticeleri de bugünkü dünyamızda gayet açık hadîselerle yaşanmaktadır. Birtakım biçareler, korkunç çalkantılar içerisinde perişan ve çaresiz halde bocaladıkları halde hâlâ İslâm'a dönüş çarelerini aramamakta, gaflet ve zavallılıklarında, sonu olmayan gidişatlarında ısrar etmektedirler. Oysa tek